2023’ün En İyi Filmleri

Bilen bilir, listecilik müessesesi canımız ciğerimizdir. Uğruna kurşun atar, kurşun yeriz. Bu nedenle sanki AKP’nin 22 yıldır yönettiği bir memlekette yaşamıyormuşçasına kendimizi yıl sonu listeciliğine veriyoruz ve 2023’ün en yılansı filmleri listemizi ortamlara salıyoruz. AKP çetin geçen bir kış ise, film listeleri yoğuşmalı kombidir…

Listemizdeki filmlerin bir kısmı 2022 olarak görünüyor. Hatta sanırım 2021 görünen de var. Burada, filmin TR kırsalına gelme ve önceki senenin en iyi filmleri listemizde yer alıp almama durumu göz önünde bulundurulmuştur. Poor Things ya da The Zone of Interest gibi çok iyi olduğuna emin olduğumuz fakat henüz memleket sınırlarından giriş yapamayan filmler maalesef listemizde yok. Kısmetse gelecek seneye ekleriz artık. Yalnız bir şey diyeyim, 2023 sinema açısından bayağı iyi seneydi. Keyifli seyirler.


Jang-e jahani sevom

Nam-ı diğer “World War 3”. Houman Seyyedi’nin yazıp yönettiği nefis İran filmi. Depremde her şeyini kaybetmiş bir adam, 2. Dünya Savaşı’nın anlatıldığı bir filmde set işçisi olarak çalışmaktadır. Bir gün Hitler’i oynamak zorunda kalır, setteki itibarı ve iktidarı artar ve olaylar gelişir. Dantel gibi işlenmiş senaryo, müthiş oyunculuklar ve tartışmasız yılın en güçlü finali.

Yalnız, dertsiz insanı derde sokacak kadar kahırlı bir film. Demesi benden.

Infinity Pool

Bir önceki filmi Possessor ile mis gibi konuya bok gibi film çekip halkın bilim kurgu müptelaları cephesini karşısına alan Brandon Cronenberg haklı eleştirileri dikkate almış olacak ki Infinity Pool ile babadan miras sayko sci-fi ekolünün en iyileri arasına yazılabilecek çiçek gibi bir film çıkarmış. Hem felsefe hem de bilim kurgunun en köklü konularından biri olan “İnsandan ölümlülüğü çıkarırsan geriye ne kalır?” sorusuna bir Cronenberg hanedanı üyesi olarak tokat gibi cevap vermiş. Yılın en iyi bilim kurgusu desek hata etmiş olmayız.

Anatomie d’une chute

Bu sene Cannes’da en iyi filmi bileğinin hakkıyla alan, nam-ı diğer “Anatomy of a Fall”. Başarılı bir kadın yazarın “kıskanç koca”sı evde kimse yokken ikinci kattan düşerek ölür ve kadın bir anda en büyük şüpheli olur. Yönetmen Justine Triet senaryoyu manitası Arthur Harari ile birlikte yazmış. Belki de bu yüzden, film boyunca anatomisini incelediğimiz ilişkinin sürekli farklı katmanlarını görüyoruz ve bu katmanlar hem erkeğin hem de kadının ilişkideki ahvalini çok iyi yansıtıyor.

Filmi izledikten sonra aklıma geldikçe birkaç kez “lan acaba” dedim. Velhasıl suyun bulanmasından hoşlananlar affetmesin.

As Bestas

Bir Fransız çift, emekli olduktan sonra hayalini kurdukları İspanyol köyüne yerleşir ve organik domates yetiştirmeye başlar. Ancak bir enerji şirketi bulundukları bölgeyi komple satın alarak rüzgar türbinleri kurmak istemektedir. Yerel halk satmak isterken bizim Fransız çift satışa karşı çıkar ve olaylar gelişir. Yönetmen Rodrigo Sorogoyen tarafları karikatürize etmek yerine oldukça gerçekçi bir bakışla zenofobiden girip sınıf çatışmasından çıkmış. Filmin tek kötü şeyi afişi.

Beau Is Afraid

Midsommar ile gün ışığında korku filmi alt janrasını yaratan Ari Aster’in son marifeti. Bence filmdeki bazı metaforlar çok kaba ve simgesellik fazla dağınık. Ama bir yandan da filmin gücü bu dağınık anlatımı özü bellemesi. Çünkü esas oğlanımız Beau da dağınık.

Filmi 3 bölüme ayırmak hata olmaz. Ortadaki “tiyatro” bölümü şaheser.

The Banshees of Inisherin

Martin McDonagh’ın nefis draması. Küçük bir kasabaya sıkışmış insanlar. İki kadim dosttan biri diğerini hayatından çıkarmaya karar verir ve olaylar gelişir.

Martin McDonagh’ın her filme imza olarak koyduğu cüce bireyi bu kez eşek formunda görmek ayrıca mutlu etti.

Walad Min Al Janna

2017 yapımı The Nile Hilton Incident ile aklımızı alan Tarik Saleh bu kez Mısır’da sünni İslam’ın aklı kabul edilen El Ezher Üniversitesi’ni merkeze almış. Üniversitede farklı sünni ekoller arasında iktidar mücadelesi vardır. Okulun imamı ölür ve yerine yeni bir imam seçilmesi gerekir. Ve olaylar gelişir.

Bu filmi izledikten sonra TR sineması için insan hakikaten utanıyor. Muhtemelen bu topraklarda 200 yıldır devam eden çatışmanın taraflarını bile doğru analiz edemeyen Emin Alper’inden tut, kendi korkak gebeşliğini Çehov’dan Dostoyevski’den devşirdiği nihilist ambalaja sarıp satmaya çalışan NBC’sine, obruk sevdalısı Kerr’inden Karanlık Gece’sine, hakikaten yaşadıklarımıza dair tek kelime söyleyebilen bir yönetmenimiz yok. Bunların alayı çatışmadan beslenen vampire dönüşmüş. Hüzünlü.

Oranges Sanguines

Gramsci’nin meşhur alıntısıyla başlıyor film: “Eski dünya ölüyor ve yeni dünya doğmak için mücadele ediyor; şimdi canavarlar zamanı.” Ve film bu alıntının hakkını layıkıyla veriyor. Fransa üzerinden dünyadaki çürümeyi birbirine bağlanan üç hikaye ile veriyor film. Fakat ayemdibi’de falan komedi yazmışlar janralardan birine, alakası yok. Kara komedi de değil. Bu sene izlediğim en sert film muhtemelen. Bazı sahneler çok rahatsız edici, söylemesi benden.

Vesper

Yılın en gölgede kalan bilim kurgularından biri. Dünyada ekosistem çökmüştür. Zenginler duvarların içinde, fakirlerse dışında yaşamaktadır. Bir gün bir mekik duvarın dışına düşer ve olaylar gelişir. Post apokaliptik dünyaya kaliteli sınıfsallık ekleyerek gönlümüzü ve listemizdeki yerini kazandı.

Spider-Man: Across the Spider-Verse

2018 yapımı Spider-Man: Into the Spider-Verse’ün devam filmi. Hikayesi ayrı animasyon tekniği ayrı şahanelik.

Boiling Point

Philip Barantini’nin yönettiği, bir restoran mutfağında geçen tek plan film. 90 dakikalık şölen.

Le otto montagne

Felix van Groeningen ve Charlotte Vandermeersch’ın yönettiği, Kuzey İtalya manzaralı şahane bir dostluk ve büyüme hikayesi. Sanırım filmin ortalarında, şehirden tatile gelenlerle köyün yerlisi arasında kısa ama nefis bir “doğa nedir” tartışması var, insanın kafası açılıyor.

Close

Herhalde afişinden olsa gerek uzun süre tırt sandım bu filmi, izlemedim, hata etmişim. 13 yaşında basan Leo ve Remi birbirlerinin en yakın arkadaşlarıdır. Leo biraz daha kuul olmak ister, Remi’den biraz uzaklaşır ve olaylar gelişir. Canımız ciğerimiz A24’ten insanı derde sokan bir dram.

Bunu seven The Selfish Giant’ı da çok sever, yatırım tavsiyesidir.

Baradaran-e Leila

Abad va Yek Rooz ile neredeyse hayatın anlamını veren Saeed Roustayi’den yine 1000 yıl yaşayıp da tüm deneyimi imbikten geçirmişçesine bir drama. Yönetmen bu filmiyle Cannes’a katıldığı için 6 ay hapis cezası aldı ve 5 yıl sinema faaliyetlerinden men edildi.

The Holdovers

Alexander Payne’in yönettiği, 90’lar naif holivud filmi hasreti çekeni neşelendirecek komedili drama. Noel tatili. Memleketin en saygın okullarından birinde bir öğretmen, bir görevli ve bir öğrenci tatili beraber geçirmek zorundadır. Ve olaylar gelişir.

Yalnız Paul Giamatti ne şahane yaşlanıyor gözümüzün önünde.

R.M.N.

Romanya yeni dalgasının en yılansı yönetmenlerinden Cristian Mungiu’nun son filmi. Mülteci konusunda metafor batağına bulaşmadan bam bam bam girmiş, çok da iyi yapmış. Özellikle tarafların eteğindeki taşları döktükleri 15-20 dakikalık tartışma sahnesi çok iyi.

They Cloned Tyrone

Juel Taylor’ın ilk uzun metrajıymış bu film. Suç oranının çok yüksek olduğu bir zenci mahallesinin altında gizli güçler tarafından yönetilen bir klonlama tesisinin olduğu fark edilir ve olaylar gelişir. Nefis bir komedili bilim kurgulu macera.

EO

Hayatı, dünyayı bir de eşeğin gözünden göreyim diyenler bu filme çöküyor. Yönetmen Jerzy Skolimowski oldukça ilginç bir işe girişmiş ve maliyenin el koyduğu bir sirk eşeğinin yolculuğunu anlatmış. Bir eşek insanı üzer mi? Üzer kardeşim, üzer…

Killers of the Flower Moon

Martin Scorsese reyizin son filmi. 1920’lerde, Oklahoma’da topraklarından petrol çıkan ve bu şekilde zengin olan Amerikan yerlisi Osage kabilesinin üyeleri öldürülmeye başlar. Konuya FBI dahil olur ve olaylar gelişir. Çok iyi bir epik western’li thriller. Scorsese reyizin iki fetişi Leonardo DiCaprio ve Robert De Niro’yu beraber izleyebilmek de ayrı güzellik.

Last Sentinel

Denizin ortasında bir askeri platform, sözleşmeli 4 asker, dünyadaki son nükleer silah ve 2 aydır gelmeyen destek. Düşük bütçeli yılansı bilim kurgudan beklediğimiz her şey var çok şükür. Harika bir “tek mekan” filmi.

The Son

2 yıl önce çektiği ilk filmi The Father ile sinema dünyasına tekme tokat giren Florian Zeller’in yeni şahaneliği. Gencimizin depresyonunu çok yüzeysel -hatta yanlış- anlattığına dair epey eleştiri var. Anlamadığım için orasını bilemem fakat bence nefis drama. Özellikle Hugh Jackman ateş ediyor.

Hayat

Zeki Demirkubuz’un Masumiyet/Kader ekolünden şahane draması. Memleket yönetmenlerinin politikmiş gibi yapmak için obruk ve domuz avı metaforu batağına düştüğü 2023’te derdi olan, derdini iyi anlatan, zerre sikinde olmayan şeyi dert etmiş gibi göstermeyen, sahici bir film.

Suzume no Tojimari

Kimi no na wa ya da daha bilindik ismiyle Your Name ile akıl alan Makoto Shinkai’nin yeni anime filmi. Kimi no na wa kadar güçlü bir anime olmasa da yine nevi şahsına münhasır fantastik romantizma dünyasını devam ettiriyor. Yönetmenin kafasını seven bunu da çok sever.

The Covenant

Guy Ritchie’den nefis aksiyon. Afganistan’da Taliban’ın başına ödül koyduğu bir Amerikan askeri, onun Afgan çevirmeni ve bir kaçış hikayesi. Full ABD propagandası olabilecek kadar hassas bir konuyu en az kayıpla atlatan çok iyi bir aksiyon.

The Artifice Girl

Online dünyada pedofiller ile iletişime geçip onları deşifre eden küçük bir kızın peşine düşen özel bir ekip, kızın aslında bir yapay zeka tarafından yaratıldığını öğrenir ve iş birliğine girişir. Fakat yapay zeka çok hızlı gelişiyordur. Ve olaylar gelişir. Yönetmen Franklin Ritch cücük kadar bütçeyle nefis bir psikolojik gerilimli bilim kurgu çıkarmış. Büyük iş.

Gwigongja

Park Hoon-jung’un yazıp yönettiği pek komedili aksiyon. Filipinli hasta annesini yaşatmak için boks maçlarına çıkarak para kazanmaya çalışan genç bir adam son çare olarak hiç görmediği babasını bulmak için Kore’ye gider ve olaylar gelişir. Kore dünyasında komedili aksiyon epey az çıkar oldu. Ya da ben denk gelmiyorum artık. Hasretini çekene ilaçtır.

Jaddeh Khaki

Nam-ı diğer “Hit the Road”. Anne, baba, ağabey, küçük kardeş ve ölmek üzere olan hasta bir köpek. Bir arabada büyük oğullarını sınırdan kaçırmak için yol alıyorlar. Ve olaylar gelişir. Yönetmen Panah Panahi’nin ilk uzun metrajıymış. Komediyle dramın iç içe geçtiği şahane bir yol filmi. Özellikle küçük çocuk ateş ediyor.

Listeye almasak da kaliteli cephanelik: Vanskabte land, Khers nist, Dumb Money, Ninjababy, Old Dads, Linoleum, Sanctuary, Mascarade, Resurrection, En los margenes, Copshop, The Creator, Past Lives, Shin Ultraman, Living.

2022’nin En İyi Filmleri

Ekonomik kriz pençesinde kıvranan halkımızı neşelendirme faaliyetleri kapsamında merhum 2022’nin en güzel filmleri listemizle karşınızdayız. Listemizdeki filmlerin bir kısmının ayemdibi yılı 2021 görünüyor, doğrudur. Fakat filmlerin TR kırsalımıza geliş tarihini ve geçen yılki listemizde bulunup bulunmamasını falan hesaba katarak kaliteli bir kürasyona yelken açtığımıza inanıyoruz.

Listede bazı çok iyi filmler yok çünkü henüz izlemedim. İzleyince ekler miyim? Bence eklemem. Eklenmesi gerektiğini düşündüğünüz filmleri yoruma yazınız, sen ben değil kolektivizm kazansın!

Aşk, Mark ve Ölüm

Yıllar var ki bu kadar iyi bir belgesel izlemedim. Remix, Remake, Rip-off belgeseliyle kusursuz bir Yeşilçam sineması haritası çıkararak akıl alan Cem Kaya’nın yine nefis bir işi. Almanya’ya göçen işçilerin ahvalini gurbet elde dinlenen müzikler üzerinden anlatan belgesel, bu kadar hüzünlü bir hikayeyi bu kadar neşeli aktarabildiği için de hiç olmadı bi oskar moskar almalı.

Hell Dogs

Japon diyarından nefis bir mafyaya sızan ajan thriller’ı. Döğüşü de kıvamında, rasyonelliği de. Yakuza dünyalarını ve Frank Herbert’in tabiriyle “hilenin içindeki hilenin içindeki hile” hikayelerini seven affetmesin.

The Humans

Yeni şehre taşınmış bir çift, onları ziyarete gelen genişçe bir aile, çürümüş bir ev. Canımız ciğerimiz A24’ten yine şahane bir psikolojik dram. Hiç alakası olmamakla beraber samimiyeti ve gerçekliğiyle C’mon C’mon’a epey yakın bir tat bıraktı bende.

The Outfit

Şahane bir tek mekan filmi. Yönetmenin ilk filmiymiş. Amerika’yı mafyaların çekip çevirdiği dönemde mesleğine aşık bir terzi, bir şekilde mafya hesaplaşmasının ortasında bulur kendini ve olaylar gelişir. Diyaloglar nefis, akış hafiften tiyatroya çalıyor. Terzimiz
Mark Rylance resmen döktürmüş.

Aftersun

Senenin en iyi filmlerinden biri. Fakat Allah günah yazmasın, neden bu kadar popüler olduğunu da pek anlamadım. Bence çoğu izleyiciye hitap etmiyor. Ha ben çok sevdim. Sanki elimde kenarı yırtılmış, rengi solmuş bir çocukluk fotoğrafına saatlerce bakmak gibi az hüzünlü bir tebessüm nakşetti yüzüme.

Crimes of the Future

David Cronenberg en iyi yaptığı şeyi yapıp insan evrimine body-horror’lı organik-teknolojili transhümanizmli kaçak kat çıkmış. Projeksiyonunu yaptığı gelecek tahayyülünde “insan”a yaşattığı evrimle ilişkili olarak ortaya attığı kavramların politik karşılıkları bile inanılmaz bir derinliğe sahip.

After Yang

Sene olmuş uzay. Gündelik yaşamda androidler kallavi bir yer kaplamaya başlamış. Yang isimli ev androidi “ölüyor” ve sahibinin bu “kayıp”la hasbıhalini görüyoruz film boyunca. “İnsan nedir”in (karşı taraftan “android nedir”in) oldukça spritüal bir sorgulaması.

De uskyldige

Joachim Trier ortaklığından bildiğimiz namlı yazar Eskil Vogt’un nitelikli fantastik gerilimi. Nordik bir şehirde doğaüstü güçlere sahip olan birkaç çocuğun güç ile imtihanı. 2012 yapımı Chronicle adlı epey tırt bir film vardı. Bu onun olmuşu. Bilinçaltımıza kaliteli gerginlik zerk eden filmlerden.

Armageddon Time

James Gray’in yazıp yönettiği nefis bir büyüme hikayesi. Amerikan ırkçılığını iki çocuk üzerinden oldukça duygusal ve rasyonel işlemiş. Anthony Hopkins yaşlandıkça ne müthiş birine dönüştü. Rispekt.

Syk Pike

Nordik diyarından çok iyi bir kara komedi. Güncel narsizmin nefis bir tanımını yapan film, sanat dünyasını da neredeyse tanımladığı narsizmin bir uzamına dönüştürüyor. Ben çok beğendim. Yunan yeni dalgasından Oiktos’un kardeşi sayılır. Onu seven, bunu da sever.

Heojil kyolshim

Chan Wook Park’tan şahane bir drama. Sırf finalinin şiirselliği bile yılın en iyi filmleri listesinin yarısını döver.

Weird: The Al Yankovic Story

Parodi söz yazarı/şarkıcı “Weird Al” Yankovic’in hayat hikayesi. Fakat “Weird” lakabını hak eden şekilde, sanatçı nasıl ki popüler parçaları “bozarak” onlara yeni bir yaşam veriyorsa, film de “Weird Al” Yankovic’in hayat hikayesine remix yaparak nefis bir komedi çıkarıyor ortaya. Zor zamanda izlenmesi gereken antidepresan filmlerden.

Petrovy v grippe

Akış gibi akış, ustalık gibi ustalık. Petrov’la beraber mi seyahat ediyoruz, Petrov’un rüyalarını mı görüyoruz, Petrov’un anılarını mı yaşıyoruz, yoksa ekranda Petrov’un hissettiklerini hissetmemizi sağlayacak farazi görüntüler mi var sadece? Bilmiyoruz. Fakat hangisi olursa olsun bu film mükemmel bir yolculuk sunuyor. Sinemadan aradığımız neredeyse her şey.

Everything Everywhere All at Once

Senenin en çok konuşulan filmlerinden muhtemelen. Yine bir A24 tatlışlığı. Dan Kwan ve Daniel Scheinert ikilisinin ilk filmi Swiss Army Man bana pek olmamıştı. Epey dağınık, derdi belli olmayan bir şekilde kaldı aklımda. Şahsen bu film de bence çok dağınık ilerliyor ama devamında dantel gibi işlenmiş bir finale geliyoruz. Bazı sahneleri yıllar sonra bile referans olarak anlatılacak kadar ikonik. Döğüşlü, boyutlar arası yolculuklu fantastik filmler canımız.

Men

Alex Garland’ın korku filmi kılığına girmiş draması. Rory Kinnear resmen döktürmüş. Yaratıcısının bir “erkek” olması haricinde kusursuz bir film.

The Northman

Robert Eggers’ın yönettiği Viking diyarı Hamlet’i. Hak ettiğinin çeyreği kadar bile konuşulmadı. Hamlet’i, aynı şiirselliği koruyarak epik bir barbar hikayesine dönüştürmek büyük iş.

Vengeance

The Office’in yetenekli stajyeri B.J. Novak’ın yazıp yönettiği epey iyi bir thriller/kara komedi. Dünyanın son 10 yılda dönüştüğü şeyle derdi olanlar ekstra sever. Antidepresan etkisi olan filmlerden.

Okul Tıraşı

TR sinemasından bir şey izleyeyim de gurur duyayım ihtiyacı hissedene ilaçtır. Kara kışta “medeniyet”le irtibatı kesilmiş bir köy okulunda çocuklardan biri rahatsızlanır ve olaylar gelişir. Sanki Laszlo Nemes çekmişçesine, karakterlerin ensesinin manzarasında “tek mekan” bir okulda oradan oraya savrularak ilerliyoruz. Hikayenin politikliğinden ötürü sıçma ihtimali çok yüksek olan her dönemeçten alnının akıyla çıkıyor film. Yılın tartışmasız en iyi TR kurgusu.

Strawberry Mansion

Kentucker Audley ve Albert Birney’nin elinden çıkma nefis bir bilim kurgu. Charlie Kaufman stayla “nitelikli delilik” seven affetmesin. Rüyalara vergi gelmesi fikri bile tek başına roman olur.

Furioza

Sen kalk Avrupa uyuşturucu pazarını Polonya’daki holiganlar üzerinden tertemiz anlat. Adeta Green Street Hooligans ile Gomorrah birleşimi.

Bull

Aksiyon açlığı çekene kaliteli İngiliz thriller’ı. Oldukça yalın akan, tempolu bir intikam hikayesi. Finali bazılarını rahatsız edebilir.

The Unbearable Weight of Massive Talent

Son 10 yıl holivud’da en çok kime yaradı sorusunun cevabı muhtemelen Nicolas Cage. Artık yaraque gibi aksiyonlarda oynamak yerine türün sınırları zorlayan/dalga geçen işlere giriyor. Bu da onlardan biri. Epey iyi bir komedi-aksiyon.

Hustle

Şahsen spor filmlerini tür olarak epey severim. Hustle, bir efsane olmasa da epey güzel bir basketbol filmi. Adam Sandler nefis oynamış. Filmin yarısı zaten NBA tayfasından. Senenin iyilerinden.

Nr. 10

Borgman’dan sevdiğimiz Alex van Warmerdam’ın yeni filmi. Yani buna bilim kurgu mu demek lazım, fantastik mi, gizem mi, bilemedim. Epey garip bir kafası var. İlginç bir şey izlemek isteyen affetmesin. Ben çok beğendim.

Bullet Train

Holivud’un komiklikli aksiyon dünyasının nefis temsilcisi. Karakterleri, oyunculukları, akışı çizgi roman gibi. Çok iyi kafası var.

Top Gun: Maverick

1986 tarihli Top Gun’ın devam filmi. Bir devam filmi nasıl olur sorusunun Mad Max: Fury Road ve Blade Runner 2049’la beraber en iyi cevabı.

2021’in En Yılansı Filmleri

Doraibu mai kâ

Çatlak

Droste no hate de bokura

The Power of the Dog

The Green Knight

Asakusa Kid

Bad Trip

Belfast

The Card Counter

C’mon C’mon

Flugt

E stata la mano di Dio

Ghahreman

Judas and the Black Messiah

Lamb

The Last Duel

La nuit des rois

No Sudden Move

The Tragedy of Macbeth

The Father

Druk

The Killing of Two Lovers

Den næstsidste

Ich bin dein Mensch

Rise Of The Footsoldier: Origins

Dune

Seo Bok

Little Fish

Small Engine Repair

North Hollywood

Ji hun

Diqiu zuihou de yewan

Nam-ı diğer Long Day’s Journey Into Night. Çinli yönetmen Bi Gan’ın son filmi.

Filmin konusunu anlatabileceğimi zannetmiyorum. Hakikaten görsel bir şiir. Kar Wai Wong ve Tarkovski kesişiminde, rüya tekinsizliğinde ilerliyor film. Bir anda bambaşka yerlerde bambaşka olayların içinde buluyoruz kendimizi. Nefis diyaloglar. Muhteşem bir görüntü yönetmenliği. Oldukça dağınık bir anlatım.

Bi Gan’ın önceki filmi Lu bian ye can ile yine paralellikler var. Sanki bundan 20 sene sonra tüm filmlerini birleştirdiğimizde Bi Gan’ın hiç kimseye anlatamadığı bir rüyası ortaya çıkacak. Çoğu izleyicinin hoşuna gitmeyecek bir tarzı olsa da bence şu anda film çeken en yetenekli yönetmenlerden biri. Gelecekte bakalım nereye akacak kafası.

Velhasıl, değişik bir şeyler izleyeyim de beynim tokatlansın diyene dev tavsiye.

Malmkrog

Sieranevada’dan hastası olduğumuz, Romanya yeni dalga sinemasının taşşaklı temsilcisi Cristi Puiu’nun son filmi. Felsefeden ve uzun diyaloglardan hoşlananları keyiften kudurtacak bir drama.

Bir köşk. Üst sınıftan 5 kişi. Uzun ve derinlikli bir sohbete tutuşurlar. Ve olaylar gelişir.

Baştan söylemek lazım, film herkese hitap etmiyor. Uzun planlar ve yavaş akan diyaloglar filmin tamamına hükmediyor. Diyalogların önemli bir kısmı Rus filozof Vladimir Solovyov’un Savaş, İlerleme ve Tarihin Sonu, Kısa bir Deccal Öyküsü de İçeren Üç Sohbet kitabından uyarlanmış. Adından da anlaşılacağı üzere film boyunca savaş, ahlak, Tanrı, Hristiyanlık, sevgi, varoluş üzerine bir tartışmaya denk geliyoruz. Zaten köşkteki her karakter de (generalin karısı, bürokrat, sanatçı vs) farklı bir üst sınıfı temsil edilmesi için seçilmiş. Buna karşın bölüm isimleri ise köşkteki hizmetlilerin adları. Çok güzel okumalar yapılabilecek bir zemin var.

Ben filmi çok beğendim. Ama 3 saat 20 dakika olduğunu hatırlatmak lazım. Başlamaya cesaret edene kadar 2 ay geçti bende. Velhasıl, derinlikli bir film izlemek isteyen affetmesin.

Shiva Baby

Emma Seligman’ın yazıp yönettiği çok iyi komedili dram.

Bir kolej kızı para kazanmak için fahişelik yapmaktadır. Ailesinin zoruyla bir Musevi cenaze evine gitmek zorunda kalır. Ve olaylar gelişir.

Film “hemen hemen” bir tek mekan filmi. Cenaze evindeki karakterlerle girilen diyaloglar üzerinden başroldeki kızımızı inşa ediyoruz film boyunca yavaş yavaş. Bir yandan da filmin gizli oyuncusu Musevilik. Cenaze evinde oldukça komik olaylar/diyaloglar gelişiyor.

Son zamanlarda çok güldüğüm filmlerden biri oldu. Her ne kadar dümdüz komedi olmasa da çok iyi, derinden akan bir komedi damarı var. Kalte komedi arayan affetmesin.

Sound of Metal

Darius Marder’ın yazıp yönettiği mükemmel dram. Muhtemelen isminden ve afişinden dolayı epey önyargılıydım bu filme. Kaya gibi film çıktı.

İki kişilik bir “punk” grubu. Manitalar aynı zamanda. Adam duyma yetisini kaybetmeye başlar. Ve olaylar gelişir.

Her şeyden önce bu kadar zemini müsait bir hikayeyi acı pornografisine dönüştürmeden anlatabilmek büyük iş. Umutlar ve hayal kırıklıklarının birbirine karıştığı güçlü ve gerçekçi bir dram. Özellikle Riz Ahmed inanılmaz oynamış.

Kayıplarla başa çıkmak ve yokluğuna sarılabilmek konusunda sorun yaşayanlara ilaçtır.

The Killing of Two Lovers

Robert Machoian’ın yazıp yönettiği epey güzel dram. Finali pek hoşuma gitmese de işleyiş, atmosfer nefis.

Lisedeyken evlenen bir çift. 4 çocukları var. İlişkileri sallantıda. Evleri ayırmışlar. Bu sürede başkalarıyla görüşme kararı almışlar fakat bir yandan da evliliği kurtarabilecek şeyleri yapmaya niyetliler. Ve olaylar gelişir.

Film nefis bir sahneyle başlıyor. Daha ilk sahneden filmin tekinsiz atmosferi veriliyor. Müzik kullanımı da bu tekinsiz atmosferi sürekli destekliyor. Başroldeki eleman nefis oynamış. Görüntüler şahane. Diyaloglar nefis. Sadece final bence çok tırt olmuş. Film boyunca alternatif ilerleyen film, finalde biraz holivud karikatürüne bağlıyor. Çok daha sert bir finalle gönlümüzde değişmez bir yer edinebilirdi. Kısmet değilmiş. Fakat final yüzünden de boklayacak değiliz, güzel film.

İlişkiler konusunda derinlik sahibi bir film izlemek isteyen affetmesin.

Bedoune Tarikh Bedoune Emza

Nam-ı diğer No Date, No Signature. Vahid Jalilvand yazıp yönetmiş. Adeta bir Dostoyevski romanı tadında.

Bir adli tıp doktoru akşam trafikte bir motosiklete çarpar. Motosikletteki iki çocuk, kadın ve adam yere düşer. Doktor yardımcı olmak ister, para verir. Hastaneye gitmelerini, küçük çocuğu muayene ettirmeleri gerektiğini söyler. Ve olaylar gelişir.

Filmin nefis bir etik damarı var. Adeta Dostoyevski romanı okur gibi bir tat bırakıyor insanın ağzında. Ufak bir olayın dünyayı yerle yeksan etmesinin farklı karakterler üzerine düşürdüğü gölgeleri görmek çok keyifli. Muhtemelen İran sinemasının en iyi filmi olan Abad Va Yek Rooz’dan hastası olduğumuz Navid Mohammadzadeh yine inanılmaz oynamış. Filmin akışı, üzerine oturduğu ahlaki zemin çok güçlü. Oyunculuklar çok iyi.

Velhasıl, kaliteli bir İran draması olsa da az kahırla dolsak diyene ilaçtır.

Dylda

Nam-ı diğer Beanpole. Kantemir Balagov’un yazıp yönettiği inanılmaz bir drama.

1945, Leningrad. 2. Dünya Savaşı’nın bitiminden hemen sonrası. Umutsuzluk ve bilinmezlik tüm dünya gibi Leningrad’ı da ele geçirmiş. Hastanede çalışan “sırık” lakaplı bir kadının katatonik kriziyle film başlar ve olaylar gelişir.

Film muhteşem. Öyle böyle değil. Nasıl öveceğimi bilemiyorum. Bugüne kadar izlediğim en sert filmlerden biri. Birkaç sahnede ekrana bakamadım. Ve bu sahneler sert olsun diye çekilmiş sahneler değil, hikayenin organik bir parçası. Japon gore’u ya da Tarantino türevleri gibi hikayeden bağımsız, pornografik kurgular değil. “Almanın biri kendini tramvayın önüne atmış” cümlesi örneğin sadece arkada iki kişinin konuşmasından duyduğunuz bir havadis. Fakat filmin arkasında ilerleyen bu tarz o kadar güçlü ufak hikayeler var ki, hepsi birleştiğinde aslında savaşın neticesi de ortaya çıkıyor.

Velhasıl, Dylda çok güçlü, çok iddialı film. İnanılmaz görsellik, müthiş oyunculuk. Ama en önemlisi, çoğunlukla savaşın kendisini gördüğümüz sinema dünyasında, bir de savaşın sonrasını, anlatılmayanı ve asıl anlatılması gerekeni göstermeye niyetlenip bunun altından inanılmaz bir yetkinlikle kalkması.

Fakat baştan uyarayım, film çok sert. Herkese hitap etmeyebilir.