Vavien

Muhtemelen TR sinemasının son 10 yılda çıkardığı en iyi film. Şahsi kanaatim yanına yamacına sadece Bir Zamanlar Anadolu’da ve Çoğunluk yaklaşabilir.  Sadece bir film olarak değil, AKP dönemiyle tırmanışa geçen “Anadolu kaplanları” çerçevesinde de nefis bir özet olarak izlenmesi gerekir bana kalırsa.

Mutsuz bir evlilik yaşayan elektrikçi Celal, eşi Sevilay, ergen oğulları Mesut ve onların bir abi kabul ettikleri Cemal’in gözünden Tokat’ta geçen bir hikaye görüyoruz. Bir kara komedi olan Vavien, Anadolu insanını ve hayatını olduğu gibi gösteriyor. Belki bir gazetenin 3. sayfasında ufak bir haber olabilecek bir hikaye Engin Günaydın’ın kalemi ve Taylan Kardeşler’in kamerasıyla bir şölene dönüşüyor.

vavien0

Engin Günaydın’ın Vimeo’da bir röportajı vardı (Bulursam linkini koyarım buraya da). Filmin çok az gişe yapmasını, insanların filmde kendilerini görmek istememesine bağlıyordu. Bana mantıklı geldi. Zira film her ne kadar bir komedi olsa da fazlasıyla gerçekçi. Bir de Engin Günaydın’ın bu filmi neden çektiğine dair bir açıklaması vardı aynı röportajda. Coen Kardeşler’in gavurda yaptığı -hatta daha spesifik olarak Musevi kültürü üzerine yaptığı- açılımı, gerçeklerle dalga geçilebilirliği Türkiye’deki baskın kültür üzerine de uygulamak için bir işe giriştiğini, eğer tutarsa ve gişe yaparsa ardından gelecek sinemacıların da aynı yoldan ilerlemesi için cesaret verebileceğini söylüyordu. Kısmet, olmadı. Lakin Engin Günaydın’ın müthiş vizyon sahibi bir insan olduğunu bize gösterdi şükür.

Filmi ben herhalde bir 10 kez izlemişimdir. Her seferinde deli gibi keyif aldım. Her sahne mükemmel kurgulanmış. Gece kulübünün adının yanlış yazılmış olmasından, Settar Tanrıöğen arabada beklerken yerel radyoda okunan “delikanlı şiir”ine kadar -sanırım bunu da Olgun Şimşek okuyor- muhteşem ayrıntılar var. Yine Settar Tanrıöğen’in tv’ye Neşet Ertaş konser videosu koyup elinde bağlamayla aynı anda soloya başladığı sahne ya da Ilker Aksum’un Engin Günaydın’ı sorguya çektiği sahne falan inanılmaz. Filmde AKP’li vekili temsil eden Serra Yılmaz ile Binnur Kaya’nın iletişimsizliği, daha doğrusu en ciddi konu konuşulurken dahi bir anda yemeğe bağlanacak ciddiyette işlenmesi gayet iyiydi.

Şahsen benim en eğlendiğim TR filmlerinden biri Vavien. İzlemediyseniz affetmeyin.

Ilgıt Ilgıt Anadolu: Sivas vs Bir Zamanlar Anadolu’da

Son yıllarda Anadolu’nun ve temsil ettiği değerlerin  başrolde olduğu filmler sıkça gösterime girmeye başladı. AKP ile yükselişe geçen Yozgatizm akımının bir rolü var mıdır bunda, bilemedim. Belki vardır, belki yoktur. Fakat kabul etmek lazım ki bu filmler bakmayı bilen göz için faydalıdır. En azından hayatında Izmir, Istanbul, Ankara ve Ege-Akdeniz tatil yöreleri haricinde bir yer görmemiş için kıymetlidir.  Elbet daha önce de Anadolu’nun merkezde olduğu onlarca film çekildi. Fakat Anadolu’nun ya da “Anadolu değerleri” denilen şeyin başrol olduğu en önemli filmler bence son yıllarda çekilen ve ikisi de birbirinden şahane olan Sivas ve Bir Zamanlar Anadolu’da filmleri.

Sivas, yönetmen Kaan Müjdeci’nin ilk filmi. Pek çok ödül aldı bu sene.  Özellikle Aslan rolünde gördüğümüz 11 yaşındaki Doğan İzci mükemmel bir oyunculuk sergilemiş. Venedik Film Festivali’nde de ödül aldı zaten. (İzlemeyenler için bundan sonrası spoiler olabilir)

maxresdefault

Yozgat’ın bir köyünde yaşayan Aslan’ın hikayesini görüyoruz Sivas’ta. Gerçi Aslan’ın hikayesi demek pek doğru değil. Kamera açıları, hareketli kamera kullanımı, birbirine karışan pastoral renklerle Anadolu’yu bir çocuğun gözünden görüyoruz aslında. Filmi birkaç bölüme ayırabiliriz. Öncelikle filmin başında Aslan henüz bir “çocuk”. Okulda yapılacak Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler temsilinde hoca, prens rolünü vermediği için -dolayısıyla yavuklusu Ayşe’nin “prens”i olamayacağı için- üzülen, hocasının kapısına gidip prens olmayı dileyen bir bebeyi görüyoruz. Prens ise muhtarın oğlu Osman. Kangalı var, muhtarın oğlu, Ayşe’nin prensi… Okulda çocukları korkutan biri Osman. Filmde Anadolu’daki erkek egemen şiddeti her an görüyoruz. Misal filmdeki tüm hayvanlara şiddet uygulanıyor erkekler tarafından. Keyif için köpekler dövüştürülüyor, çocuklar kazları tekmeleyerek okuldan eve dönüyor, baba yara bere içindeki ata vurarak eve giriyor, çoban inekleri taşlıyor. Film -ya da başrol olarak Anadolu- bu erkek egemen şiddet üzerine kuruluyor.

Ikinci bölümde ise hikayeye Sivas dahil oluyor. Muhtarın oğlu Osman’ın köpeği ile kapışan Sivas, öldü diye dövüş alanında bırakılan bir köpek. Lakin Aslan orada kalıp Sivas’a yarenlik ediyor. Eve götürüyor. Bundan sonrasında Aslan’ın yükselişini görüyoruz. Artık çocukluktan erkekliğe geçiliyor. Evvela “baş düşman”ı muhtarın oğlu Osman’ı köpek dövüşünde yeniyor. Artık köy eşrafında hakikatli bir yere sahip oluyor Aslan böylece. Muhtarın en gözde adamı oluyor. Osman’ı götürmediği yerlere Aslan’ı götürüyor Muhtar. Akşam toplanmalarına katılıyor. Daha önce abisiyle beraber köpek dövüşü dönüşünde alınmadığı arabayla artık şehirler arası yolculuğa çıkıyor, kabul görüyor. Bir kadın memesine dikkat kesiliyor ilk kez. Okula gitmemeye başlıyor artık. Hocanın verdiği işleri “amele miyim ben” diyerek reddediyor, gücünü gösteriyor. Sivas yasadışı köpek dövüşünde Türkiye şampiyonu olunca erkeklerle beraber kerhaneye bile gidiyor. Artık tam bir “erkek” oluyor Aslan. Sivas da Aslan’ı öyle çok seviyor ki, daha önce yenildiği rakipleri bile Aslan’ı mutlu etmek için yeniyor. Büyük bir sevgi var aralarında.

Filmin sonunda -ki buna da üçüncü bölüm desek yeridir- ise, Aslan arabada giderken muhtara artık Sivas’ı dövüştürmeyeceğini söyleyerek, “erkeklik” yerine çocukluğu tercih ediyor. Lakin Neşet Ertaş’ın pek ciğer dağlayan bir türküsüyle film biterken, belki de yönetmen hiçbir nehrin tersine akmayacağını anlatmaya çalışıyor. Hele ki konu Anadolu’ysa. Sivas, baştan sona çok gerçekçi bir Anadolu özeti. Ki izleyici bu özeti 11 yaşında bir çocuğun gözünden, Anadolu’nun en içinden, kaynağından görüyor.

Bir zamanlar Anadolu’da ise, bitmek bilmez bir gecede, Anadolu’nun düzlüklerinde bir cinayet soruşturmasını görüyoruz. Savcı, polis, jandarma, doktor, şoför, katil ve engelli kardeşi ile muhatabız gece boyunca. Her yerin birbirine benzediği bir Anadolu kasabasında ekip ceset arıyor. Karakterler derinleştikçe mükemmel bir Anadolu tasviri çıkıyor ortaya. Bunu da tek bir kişi üzerinden değil, farklı farklı karakterlerin gözünden görüyoruz. Yönetmen eşit söz hakkı veriyor neredeyse herkese. Muhtarın evinde, kızının çay getirdiği sahnede zirve yapıyor bu eşitlik. Lakin yine sadece erkeklerin olduğu bir dünya burası.

7294fdc26f209b6754d39e94800c3529

Son yarım saatteyse yönetmen bence güzel bir şey yaparak filmi doktorun gözünden bitiriyor. Bir anlamda doktor, filmde Nuri Bilge Ceylan’ı -ya da Nuri Bilge Ceylan’ın kendini ait gördüğü sınıfı- temsil ediyor. Otopsi raporuna yazacağı cümleyle birinin kaç yıl hapis yatacağını belirleyebilecek güce sahip bir doktor -ya da çektiği filmle kamuoyu yaratabilecek güce sahip bir yönetmen?- ile Anadolu’nun ilişkisi fazlasıyla gerçekçi. Yargılamadan ziyade Oğuz Atay’vari bir yabancılaşma hakim bu bölüme.

Cesedi ararlarken şoför ile doktorun arasında geçen konuşma aslında filmin özeti gibi. Jandarma ve polisler cesedi ararken şoför Arap Ali, doktora yaklaşıp “Çoluk çocuk sahibi olunca anlatacak bir hikâyen olur. Fena mı? Bir zamanlar Anadolu’da dersin, ücra bir yerde görev yaparken işte başımdan böyle böyle olaylar geçti dersin. Anlatırsın yani masal gibi.” diyor. Şoför de doktor da gerçekliklerinin farklı olduğunun farkında.

Velhasıl, “Bir Zamanlar Anadolu’da”da Nuri Bilge Ceylan, “benim baktığım yerden bu Anadolu görünüyor” diyor ama dürüst davranarak ekliyor, “ben buranın yabancısıyım”.

Türkiye’de farklılıkların fazlasıyla belirginleştiği şu günlerde, sıklıkla bir silah olarak kullanılan Anadolu, Anadolu değerleri, “milli irade” için hem Anadolu’nun içinden hem dışından bu kadar gerçekçi gözlemler çıkması büyük nimet bana kalırsa. Zira sorunu tespit etmeden, onu anlamaya çalışmadan bir çözüm bulunabileceğini pek düşünmüyorum.